1. YAZARLAR

  2. ZEYNEL KARATAS
  3. ORTADOĞUDA İKİ KADİM DİN
Zeynel Karatas

Zeynel Karatas

ORTADOĞUDA İKİ KADİM DİN

A+A-

Gerger’e bağlı Xızzuri ile Haşur köyleri arasında Cıhüt olarak adlandırılan bir muhit bulunur. Burası arazi yapısı ve kaynak sularıyla yerleşime müsait bir alandır. Ancak meşe korulukları ile kaplanmış bu coğrafya yaban hayatın bir parçası haline dönmüştür. Mezopotamya’da her muhitin/mevkinin ismi ile ilgili illa ki bir hikâyesi vardır. Bu mevkinin Cıhüt adını almasının bir tesadüf olmaması gerekir. Kürtçede “Cihûyî” Yahudi anlamına geldiği bilinir. Yerel ağızlarda Yahudi; Cıhüt olarak da telaffuz edilir. Cıhüt olarak bahsi geçen lokasyonda anıt ağaçlara dönüşmüş meşe ağaçları arasında birkaç mezardan oluşan bir yatır bulunur. Yöre halkı bu mezarların tarihi ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmamasına karşın bu yatır alanına saygıda kusur etmez. Bu muhitin Cıhüt isim hikâyesinin bu yatırla alakalı olması muhtemeldir. Buraya sadece 3 kilometre mesafede bulunan Üzeyir Peygamber Makamını göz önünde tutarsak, tarihin geri sayfalarında yörede Musevi etkisine işaret olabilir.
Mezopotamya adeta dinlerin kapıştığı, kaynaştığı, dönüştüğü bir coğrafyadır. Etkileşimden dolayı dinler arasında benzerliklere sıklıkla rastlanır. Mezopotamya’nın en eski iki dini Ezdani ve Museviliktir. Her iki din de geçmişlerini 7 bin yıl öncesine götürür. Bölgede Cıhütler (Yahudiler) ile Ezdanlar (Ezidiler) arasında iki önemli benzerlik bulunur. Birincisi; bu dinlerin bir kavim ile sınırlanmasıdır. Atası bu dinlerden olmayan her hangi bir insan istese de Cıhüt ya da Ezdan olamaz. İkincisi; tarih boyunca bu dinlerin mensuplarının kabul edilmez katliamlara, acılara maruz kalmasıdır. Ancak Yahudiler ile Ezdanlar arasında çok önemli fraklılıklar bulunur.
 Yahudiler; kendilerini seçilmiş ırk olarak kabul eder, diğer tüm milletleri aşağılar. Ezdanların inancında ise tüm kavimler bir birine eşittir. Üstünlüğü, iyilik yapma üzerine inşa eder.
 Ezdanlarda Peygamberlik makamı yoktur. Yahudi tarihi ise peygamberler ile doludur.
 Yahudiler, diğer tüm milletleri kendilerine hizmete zorlar, olmazsa ölümü onlara reva görür. Ezdanlara göre ise farklı her millet İlahın bir lütfüdür. Tüm inanç, kültür ve dillere saygı dinlerinin gereğidir.
 Yahudiler; maruz kaldıkları katliam ve acılara karşı örgütlenmeyi, ekonomik ve siyasi olarak güçlenmeyi vazgeçilmez hedef haline getirmiştir. Ezdanlar ise kendi coğrafyalarının korunaklarında kültürlerini muhafaza ederek, mütevazı bir hayat yaşamayı amaç edinmiştir.
 Yahudiler güçlendiklerinde barbar bir topluluğa dönüşür, acımasızca etrafını imha etmeyi ilahi bir emir olarak değerlendirir. Ezdanlar, güçlendiklerinde çevresinde ki her kültürle anlaşamaya, geçinmenin ve gelişmenin politikalarını iyileştirmeye yönelir.
Bu toplumların tarihleri olağanüstü hadiselerle doludur. Her iki dinin mensupları azalsa da varlıklarını korumuştur. Günümüzde dünya genelinde örgütlenmiş, siyasi ve ekonomik güce sahip bir Yahudi devleti vardır. Tespitlerde de görüldüğü üzere Kutsal kitaplarına dayanarak etraflarına acı yağdırmaktadırlar. Böylece gücün el değiştirdiği bir zamanda; İsrailoğullarını bekleyen şiddetin ölçeğini tarih not düşmektedir. Mağdurlara günümüzde taraf olan karakter ile kaçınılmaz geleceğin Musevi mağdurlarına taraf olacak karakterler aynı olacaktır. Sahte ve ikiyüzlü sokak ve politik destekler cepheleşmenin şiddetini beslemektedir. Ezidiliğin yanında Yahudileri düşününce hangisinin köken olarak hak dine dayadığı sorusu cevapsız kalır. Zalimin, dini literatürü avam üzerinde ajitasyon malzemesi olarak kullanması onu dindar yapmaz. Bilinir ki zulüm, tapulu veya gasp edilmiş mülkiyetin kaybedileceğinin habercisidir. Adı ve yeri ne olursa olsun tüm kutsanmış toprakların özgün inanç ve sahiplerine saygı esastır. Aynı lokasyonda farklı inançların bulunması özde karşılıklı kusurları düzeltir, eksikleri tamamlar. Ötekiyi düşmanlaştıran, imhasını isteyen yaklaşım; inanca değil emperyal politik dile hizmet eder.
Yahudilerin gazabına maruz kalan Filistin’in mağduriyeti ne kadar acı veriyorsa “dindaş taraf olanların” içe dönük kahramanlıkları bir o kadar acı .. Riske girmeden, tehlike ve tehditten uzak naralar, kendilerini tatmin etmekten öteye bir anlam ifade etmiyor.
70 yıldır Filistin coğrafyasında sistematik bir işgal hareketi çalışıyor. İlk yılarda Arap ülkelerinden bir kaçının kontrollü saldırısı profesyonelce cezalandırılarak olası tepkilerin sınırlarını belirledi. “İbrahim Anlaşmasına” kadar süreç getirildi. İstisnasız tüm Müslüman ülkelerin liderleri, halklarının gazını almak için politik bir dil kullanmaktadır. Kullandıkları politik dil onların acizliğini saklamayacaktır. Bu politikacıların ses tonu, halkın rahtsızlığının şiddeti kadardır. Onbinlerce insanın dualar ve sloganlar ile sakinleştirilmesi psikiyatrik bir reçete olarak kullanılmaktadır.
Ortadoğu’nun tarihi bize öğretmiştir ki, işgal ve acı başladığı yerle sınırla kalmayacaktır. Yüzyılın en önemli senaryosu, onlarca yıldır uygulamada olduğu görülüyor. Sahneye ilk Filistin veya Ortadoğu’nun mazlum toplumların çıkması senaryoyu bölge devletlerinin hazırladığı anlamına gelmiyor. Batının gözünde “nüfus artığı” olarak görünen halklar, ajitasyona maruz bırakılıp sahnedeki son rolleri veriliyor gibi... Medeniyetlerin doğup yeryüzüne yayıldığı bu coğrafya gerçek sahiplerine layık görülmüyor. Batı, Müslüman ülkelerin küresel hegemonik deneyim korkularını yüzyıl önce aştı. Irak, Libya, Suriye, Yemen ve Mısırda yaptığı testler ile endişelerini çoktan giderdi. Geriye kalan ülkelerin kendi içlerindeki parçalanmışlıkları, milliyetçi ve mezhepçi hastalıkları kimseye umut vermemektedir. Bu devletlerin rejimleri cumhuriyet olarak tanımlansa da içi milliyetçilik ve mezhepçilikle doldurulmuştur. Kendi içlerinde güçlenmelerini sağlayacak “Demokratik Cumhuriyet” rejimlerine dönüşüm için zamanları kalmamış olabilir.
Bilgi ve teknolojinin medeniyetleri barbarlaştırdığı bir çağ yaşanmaktadır. Erdemler üzerine kurulması gereken üstünlük, gelişmiş ekonomi ve teknoloji ile zehirlenmiştir. Yaşananlar insanlığa unutulmayacak deneyimler sağlamaktadır. Kutsal kitaplarda alınan bablar ve ayetler referans alınarak aynı tanrı adına savaşmak ne kadar haince.. kullarını kendi aralarında savaştıran bir tanrı ne kadar gerçekçe.. Şizofren davranış ve söylem dilleri bir birleri ile yarışır durumda.
28 Haziran 1914 tarihinde Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük Franz Ferdinand bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldüğünde ülke liderleri olası savaşın boyutlarını öngörüyordu. Çünkü yıllar öncesinden küresel savaşın gerekçeleri olgunlaşmış, savaş bir kıvılcıma kalmıştı. 1939 yılında Almanya, Polonya’yı işgal ettiğinde de siyasi aktörler dünyanın en kanlı savaşının başlayacağını biliyordu. Günümüzde İsrail’in orantısız bir şekilde Filistinlilere başlattığı katliam hareketinin akıbetini de siyasi aktörler çok iyi tahmin edebilmektedir. Olası bir dünya savaşın ölçeği ve şiddetin eşiği tahminlerin sınırlarını zorluyor.
Doğanın üzerine nakşedilen kalıntılar geçmişi günümüze flu taşımaktadır. Gerger ilçesi ilk Üzeyir Peygamberin makamı ile sizi karşılar. İslami bir mabet olan bu mekânda Yahudi bir Peygamber olan Hz. Üzeyir’in yüz yıl uyuduğu rivayet edilir. Kuzey doğu yamacına doğru üç kilometre gidildikten sonra Cihüt mevkisine ulaşılır. Meşe ağaçları arasında patika yolu bile olmayan bir yatır, belki de binlerce yıldır yamacın serinliğine sığınmıştır. İki köy ahalisinden çok az kişinin bildiği bu yatırda Musevi havarilerin mi yattığını kimse öğrenmeyecektir. Belki de onlar, muhite adlarını bırakarak bize bir şeyler anlatmak istedi…

Zeynel KARATAŞ

Bu yazı toplam 13966 defa okunmuştur.
Önceki Yazıları